Gezi tarihi: Eylül 2016
Bu yazıyı yazarken, kalbimden incir çekirdeği kadar bir parçayı Bozcaada'da bıraktım desem... Şimdiden kararlıyım; önümüzdeki yaz yine gideceğim.
Cunda Adası'ndan Çanakkale'nin Geyikli İlçesi'ne doğru yola çıktım. Geyikli feribot iskelesine geldiğimde kuyruğa girdim ve beklemeye başladım. Yarım saatte bir feribot seferi var. Tam beklerken, arabadan çıktım dışarı ve simit-meyve suyu keyfi yapıyorum ki arkadan bir abi seslendi:
- Bolu'lu musun? (Plakadan görüyor)
- Evet, sen? (Bu arada onun plakayı görüyorum, o da 14 tabii)
Başladık muhabbete... Karı-koca ellili yaşlarda bir çift. Normalde İstanbul Büyükada'da yaşıyorlarmış. Onlar da Ege ve Marmara sahillerini turluyorlarmış.
Memleket küçük olunca ortak tanıdıklar çıktı, yarım saatlik feribot yolculuğu keyifli geçti. Bozcaada'ya varınca yaptığım ilk iş, çadırımı kuracağım ada camping'e varmak oldu. Çadırı kurup gezilere başlamak niyetim...
Planladığım gibi yaptım ve ilk önce şu meşhur Ayazma Plajında biraz güneşlenmeye gittim.
Deniz acayip berrak ve neredeyse dalgasız. Denizi de çoğunlukla kumlu. Bir yerin denizi için iki kritik değerlendirmem varsa; biri dalgasız olması, diğeri de ayağımı bastığım yerin kum olması. Çakıllı denizleri hiç sevmiyorum.
Denizi biraz soğuktu. "Bozcaada'nın buz gibi denizi" derler insanlar. Gerçi biz Karadeniz çocuğuyuz, biz soğuk denizlere alışkınız :)) Plajdaki kumlar hoşuma gitti. Bu da Varna'daki Golden Sands'in altın kumu gibi. İncecik kumlar var. Elimden aşağı kumları bırakınca ellerim tertemiz kalıyor.
Deniz sefasından sonra yaptığım gezi listesine göre görülecek yerleri iki güne böldükten sonra, hedefimi ada merkezine doğru çeviriyorum.
Buradaki tarihi rum evleri de renkleriyle kendine hayran bırakacak şekilde ziyaretçilere göz kırpıyor.
Adaların olmazsa olmazı kaleler...
Bozcaada'nın merkezi rengarenk kafe ve restoranlarla dolu. İlginç gelen şey, kafelerdeki çayların fiyatı oldukça uygun.
Bozcaada Sanat Galerisi'ni tesadüfen gördüm ve görmüşken ziyaret etmeyi ihmal etmedim. Girmesem ayıp olurdu :)
İçindeki özellikle fotoğraftaki şu üç eser çok hoşuma gitti.
Galeriden çıktıktan sonra huzurlu bir merakla sokaklarda dolaşmaya devam ettim. Bir sokak var ki, şarap imalathanesinin orada. Sokak komple şarap kokuyor.
Poz ver kanka çekiyorum :))
Bozcaada'da mutlaka görülmesi gereken yer: Polente Feneri... Ada merkezine yaklaşık yarım saat mesafede ama yolları çok bozuk. Arabanın ön takımlarını bozacak kadar kötü bir yolu var. Ama oraya ulaşınca da iyi ki gelmişim dedim. Polente Feneri'nin arkasında tam 17 tane rüzgar enerji santrali var.
İnsanlar Polente Feneri'ne portatif sandalyelerini alıp gün batımını izlemeye geliyorlar. Çoğu kişi de yanında şaraplarını da getirmiş, keyif yapıyordu. Ben de gün batımını izledim ve merkeze dönmeye doğru hareket edecektim ki, arabanın marşını çevirdim araba istop etti. Allah Allah neden böyle oldu, tekrar denedim bu sefer hiç çalışmadı. Üçüncü denemede yine çalışmadı... Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Issız bir yer ve merkezden uzak. Tamirci nereden bulurum diye düşünürken, arabanın aküsünü çok yormuş olduğum gerçeği aklıma geldi. Bir yandan teyp açık, bir yandan çakmaklıkta telefon şarj oluyor. Bunlar kapatıp 2 dk sonra tekrar çalıştırmayı denediğimde araba çalıştı ve derin bir huh çektim :))
Bu da Bozcaada'daki yılışan yavru kedi... Telefonla konuşurken yanıma geldi ve sürekli bacağıma sürtünmeye çalıştı. Ben uzaklaştıkça peşime takıldı. Pek bir oyunbaz kendileri...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder