3 Nisan 2017 Pazartesi

Topkapı Sarayı ve Pierre Loti

Gezi tarihi: Mart 2017
Sultanahmet Meydanına gitmeyeli nerden baksam 3-4 yıl olmuştu. Topkapı Sarayı'nı ise en son 2006 yılında gezdiğimi hatırlıyorum. Kaşıkçı elmasının neye benzediğini unutmuştum. Sibelle gezelim görelim dedik. Tam cüzdanlarımızdan müze kartlarımızı çıkarmıştık ki geçerlilik sürelerinin geçtiğini farkettik. O halde yeniden müze kart çıkarmalıydık :) Ve çıkardık da... Yalnız sırada beklerken değnekçi tipli adamlar komisyon karşılığı hızlı bilet vermeyi teklif ediyordu millete. Tipler biraz karanlıktı...
Her zamanki gibi yine kalablık turist kafileleri, bilet almak için gişede sıra bekliyordu. Turistlerin kılık, kıyafet ve saçlarına  yoru yaparak sıranın bize gelmesini bekledik. Sarayın bazı bölümleri için ayrıca ücret isteniyor. Örneğin harem kısmı. Bu, bence adil bir uygulama değil. Müzekartsız, saraydaki her yeri gezip görmek isteyen sivil bir şahıs yaklaşık 80 TL'yi gözden çıkarmak zorunda...

Biz ekstra ücret gerektiren yerleri gezmedik. Bu arada kaşıkçı elmasının olduğu kısımda tadilat olduğu için göremedik. İnsan üzülmüyor değil... Genel itibarla saraydaki yapıları ve salonları gezerken dikkat çeken çini ve seramik sanatına Osmanlı zamanlarında ne kadar önem verildiği dikkat çekiyor. Adını unuttuğum bir padişahın iftar zamanı orucunu açmak için deniz manzaralı bir kamelya yaptırması için vaaay dedim. Adamlar orucunu bile açarken manzaranın tadını çıkarmışlar.
Aşkımdan deniz manzaralı güzel bir poz :)
Burası da Osmanlı Devletinin ileri gelenlerin toplanıp kararlar aldığı Divan-ı Hümayun'un içi. Oldukça süslü...
Farklı bir poz denerken biz :)

Sultanahmet gezisini bitirdikten sonra Büyük Valide Han'a gidelim dedik. Gittik ama tepeye çıkamadık. Tadilat varmış :( Biz de rotayı Eyüp tarafına çevirdik. Pierre Loti'ye gittik. Nedense teleferikle çıkmak yolun yarısında aklımıza geldi. Mezarlıkların arasında epey yürüdük. Bir dahaki gelişimize teleferikle çıkalım kararını aldık.

Nasıl, manzara hoş değil mi :))


12 Aralık 2016 Pazartesi

Madame Tussauds İstanbul

 Gidiş Tarihi: 10 Aralık 2016 Cumartesi.
Madame Tussauds'un İstanbulda açıldığını duyunca hemen gitme hissiyatı oluştu. Yeri, İstiklal Caddesi'ndeki Grand Pera'nın -2. katında. Bu balmumu müzesinden dünyanın yaklaşık yirmi küsür şehrinde var. Müzenin varlığından ilk olarak Amsterdam'a gezmeye giden arkadaşımın fotoğrafları vasıtasıyla haberim olmuştu. İstanbul'a açılır da gidilmez mi :)
Müzede, sporcudan şarkıcıya birçok ünlü ismin balmumundan heykelini yapmışlar.
Heykellerin çoğu neredeyse gerçek gibi duruyordu. Marilyn Monroe heykeli çok hoştu.

Muhammed Ali amma kalıplıymış. O cüppeden giyip yan yana fotoğraf çektirdim ama yanında öğretim üyesi gibi çıktığım için o fotoğrafı paylaşmıyorum :)
Çocukluğumuzun kahramanlarından olan E.T favorilerimdendi.
Piyano çalıyormuş gibi pozumuzu da veririz :)
Şu an hayatta olan ünlülerin balmumu heykellerini yapmak için, o kişilerin vücudunda yüzlerce ölçü alıp fotoğraflıyorlarmış. Beyonce'ye yakından bakınca o kadar hoş bir bayanmış dedim.
Haftasonu olması sebebiyle aşırı derecede kalabalıktı. Fotoğraf çektirmek için bazı heykellerin önünde sıra bekledik. Kızlar Kıvanç Tatlıtuğ'un heykeliyle, erkekler de Messi heykeliyle fotoğraf çekilebilmek için birbiri ile yarışıyorlardı.
Müzeye gideceklere tavsiyem denk getirebiliyorlarsa hafta içi gidilmeli. Bir de bileti internet üzerinden almakta fayda var. Yoksa yerinde alırsanız aşırı derecede sıra oluyor.
Yerinde bilet ücreti: 48 TL
İnternet üzerinden ücret: 38 TL

Beyin bedava :))

29 Eylül 2016 Perşembe

Çadırla Bozcaada'da Kamp

Gezi tarihi: Eylül 2016

Bu yazıyı yazarken, kalbimden incir çekirdeği kadar bir parçayı Bozcaada'da bıraktım desem... Şimdiden kararlıyım; önümüzdeki yaz yine gideceğim.
Cunda Adası'ndan Çanakkale'nin Geyikli İlçesi'ne doğru yola çıktım. Geyikli feribot iskelesine geldiğimde kuyruğa girdim ve beklemeye başladım. Yarım saatte bir feribot seferi var. Tam beklerken, arabadan çıktım dışarı ve simit-meyve suyu keyfi yapıyorum ki arkadan bir abi seslendi:

- Bolu'lu musun? (Plakadan görüyor)
- Evet, sen? (Bu arada onun plakayı görüyorum, o da 14 tabii)

Başladık muhabbete... Karı-koca ellili yaşlarda bir çift. Normalde İstanbul Büyükada'da yaşıyorlarmış. Onlar da Ege ve Marmara sahillerini turluyorlarmış.
Memleket küçük olunca ortak tanıdıklar çıktı, yarım saatlik feribot yolculuğu keyifli geçti. Bozcaada'ya varınca yaptığım ilk iş, çadırımı kuracağım ada camping'e varmak oldu. Çadırı kurup gezilere başlamak niyetim...

Planladığım gibi yaptım ve ilk önce şu meşhur Ayazma Plajında biraz güneşlenmeye gittim.
Deniz acayip berrak ve neredeyse dalgasız. Denizi de çoğunlukla kumlu. Bir yerin denizi için iki kritik değerlendirmem varsa; biri dalgasız olması, diğeri de ayağımı bastığım yerin kum olması. Çakıllı denizleri hiç sevmiyorum.

Denizi biraz soğuktu. "Bozcaada'nın buz gibi denizi" derler insanlar. Gerçi biz Karadeniz çocuğuyuz, biz soğuk denizlere alışkınız :)) Plajdaki kumlar hoşuma gitti. Bu da Varna'daki Golden Sands'in altın kumu gibi. İncecik kumlar var. Elimden aşağı kumları bırakınca ellerim tertemiz kalıyor.
Deniz sefasından sonra yaptığım gezi listesine göre görülecek yerleri iki güne böldükten sonra, hedefimi ada merkezine doğru çeviriyorum.
Buradaki tarihi rum evleri de renkleriyle kendine hayran bırakacak şekilde ziyaretçilere göz kırpıyor.
Adaların olmazsa olmazı kaleler...
Bozcaada'nın merkezi rengarenk kafe ve restoranlarla dolu. İlginç gelen şey, kafelerdeki çayların fiyatı oldukça uygun.
Bozcaada Sanat Galerisi'ni tesadüfen gördüm ve görmüşken ziyaret etmeyi ihmal etmedim. Girmesem ayıp olurdu :)
İçindeki özellikle fotoğraftaki şu üç eser çok hoşuma gitti.
Galeriden çıktıktan sonra huzurlu bir merakla sokaklarda dolaşmaya devam ettim. Bir sokak var ki, şarap imalathanesinin orada. Sokak komple şarap kokuyor.
Poz ver kanka çekiyorum :))
Bozcaada'da mutlaka görülmesi gereken yer: Polente Feneri... Ada merkezine yaklaşık yarım saat mesafede ama yolları çok bozuk. Arabanın ön takımlarını bozacak kadar kötü bir yolu var. Ama oraya ulaşınca da iyi ki gelmişim dedim. Polente Feneri'nin arkasında tam 17 tane rüzgar enerji santrali var.
 İnsanlar Polente Feneri'ne portatif sandalyelerini alıp gün batımını izlemeye geliyorlar. Çoğu kişi de yanında şaraplarını da getirmiş, keyif yapıyordu. Ben de gün batımını izledim ve merkeze dönmeye doğru hareket edecektim ki, arabanın marşını çevirdim araba istop etti. Allah Allah neden böyle oldu, tekrar denedim bu sefer hiç çalışmadı. Üçüncü denemede yine çalışmadı... Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Issız bir yer ve merkezden uzak. Tamirci nereden bulurum diye düşünürken, arabanın aküsünü çok yormuş olduğum gerçeği aklıma geldi. Bir yandan teyp açık, bir yandan çakmaklıkta telefon şarj oluyor. Bunlar kapatıp 2 dk sonra tekrar çalıştırmayı denediğimde araba çalıştı ve derin bir huh çektim :))
Bu da Bozcaada'daki yılışan yavru kedi... Telefonla konuşurken yanıma geldi ve sürekli bacağıma sürtünmeye çalıştı. Ben uzaklaştıkça peşime takıldı. Pek bir oyunbaz kendileri...

Çadırla Cunda Adası'nda Kamp

Yedigöller'de çadırla kamp yaptıktan sonra hızımı alamadım. Seyahatlerde de çadırı yanımda götürmeye başladım. Bursa'dan sonra soluğu Ayvalık'a bağlı Cunda Adası'nda aldım. Ayvalıktan Cunda'ya geçerken başka bir adadan yol bağlantısı vardı.
Çadırı kurduğum alan çadırcılar için yapılmış "ada camping" isimli bir yerdir. Cunda'nın merkezi 15 dk mesafede. Kendi çadırınız varsa gecelik konaklama 35 TL. Bir de araba için 5 TL de otopark ücreti alıyorlar. Yani düz hesap 40 TL Hemen yanında da plajı var.
 Restoran, plajı ikiye ayırıyor. Sol tarafta denizin içi kayalık ve içi dikenli bir şeylerle dolu. Sağ tarafı ise kumluk. Ben hata edip denize girerken soldan girmişim. Ayağıma bir sürü diken battı, çıkarmak için en az yarım saat uğraştım. 
Cunda merkezde güzel binalar var. Restore edilip boyananların çoğu butik otel şeklinde kullanılıyor. Evlenecek çiftler gelik/damatlıklarını giyinmiş, bu tarihi sokaklarda fotoğraf çekiliyordu.
Cunda'ya varmadan merak ettiğim mekanlardan biri Rahmi Koç Müzesiydi. İstanbul ve Ankara'dan sonra üçüncü müzeyi Cunda'da açmışlar. Böylelikle Rahmi Koç Müzeleri'nin üçünü de görmüş oldum. Burası eskiden Taksiyarhis Klisesiymiş. Depremlerden zarar görmüş ve metruk bir vaziyetteyken, Rahmi Koç Vakfı tarafından restore ettirilip müze haline getirilmiş.
 Müze'de genelde gemi maketleri ve 1940'lı yıllardan kalma oyuncaklar var.

Cunda'daki değirmenlerden en meşhuru bu. Çünkü diğerleri yıkık ve dökük vaziyette. İçinde kafeterya ve kitaplık var. Kitaplık kapalı olduğundan o kısmını görme şansım olmadı.
Ayvalık merkezde biraz turladıktan sonra merak ettiğim yerlerden biri de Şeytan Softasıydı. Burası da Ayvalık merkeze yaklaşık 20 dk mesafede. 
İnsanlar buraya güneşin batışını izlemek için geliyor. Ben de bu amaçla geldim. Müthiş bir manzara. Aç karna geldim, dedim ki masayı şöyle bir donatıp manzara eşliğinde akşam yemeği yiyeyim. Oradaki işletme pek içimi açmadı, menülerde de özel şeyler yoktu. Ancak tost yenebilecek basit bir çay bahçesi kıvamında bir yer. Bu yüzden yemekten vazgeçtim.
Buraya ismini veren şeytanın ayak izi de bu kafesin içinde :) Millet bozuk para atmış. Demek ki şeytandan dilek dileyen insanlar da varmış :D

Bir günlük Bursa Gezisi

Gezi tarihi: Eylül 2016

Eylül'de yaptığım Marmara turu kapsamında ilk olarak Bursa'dan başladım. Bursa için de tripadvisor'dan gezilip görülmesi gereken yerlerden bir liste yaptım ve ilk olarak Ulu Camii'den başladım.
Camii'nin içinde şadırvan olduğunu sürekli duyup merak ediyordum. Burayı da görmüş oldum. Hakkında bir sürü efsane var. Yok şadırvanın bulunduğu arsa sahibi arsayı vermemişmiş vs vs. Başka bir görüşe göre Selçuklu mimarisinin yansıması olduğunun bir göstergesi...
Gezilecek yerler listesinde tarihi Koza Han'ı ikinci sıradaydı. Burası da Ulu Camii'ye yürüyüş mesafesinde. İki katlı bu yapıda satıcıların çoğu ipek türü malzeme satıyordu. Açıkçası hiç ilgimi çekmedi.
Koza Han'ın bahçesinde de kafeler var. Sonuç itibariyle Koza Hanı'nı görülmeye değer bulmadım.
Bursa'daki bu tarihi bölgede bir sürü kapalı çarşı var. Hepsi de birbirine yürüyüş mesafesinde. Bu çarşılar içinde ya kuyumcular ya havlucular ya da ipek malzemeleri satılıyor. Bana hiç mi hiç hitap etmedi.
Görülecek yerler listemin üçüncü sırasında meşhur teleferik vardı. Gidiş-dönüş için 35 TL ücreti var. Uludağ'a kadar gidiyor. Gidiş-dönüş yaklaşık 1 saat sürüyor. İstenirse Uludağ'dan daha yukarıya yani oteller bölgesine de teleferikle gidilebiliyormuş. Ancak oraya kadar devam etmedim.
Teleferikle dolaşmak oldukça huzur vericiydi. Ancak dikkatimi çeken husus, teleferik bölgesindeki arap nüfusun yoğunluğuydu. Teleferik vagonlarında Türk'den çok araplar vardı.
Teleferik'i gezdikten sonra Heykel'e gelip biraz tur attım.
E geze geze karnım acıktı. Napsam diye düşünüyordum. İskender yemeyi düşünüyordum fakat; şu lokantanın önündeki sırayı görünce yemekten vazgeçtim.

Yemek arayışına devam ederken. Pideli köfte denemeye karar verdim. Tadı çok güzelmiş, iyi ki yemişim. Hem fiyatı da iskendere göre çok daha uygundu.
Gittiğim yerlerde, tarihi binaları görünce nedense sebebini bilmediğim ancak, içime huzur veren bir duyguyla doluyorum. Hele ki o binalar restore edildiyse... Anlayamazsınız :)))) Kendimi tekne alınan çocuk gibi hissettim. Motorun yaptığı dalga, köpürmesi... :p İlgili video için tıklayın

 Şehirlere görsellik katan şeylerden biri de yapılan sanat eserleridir. Bu şemsiyeli kadın heykelini yapan kişinin de eline sağlık.
Bursa'da gezmek isteyip de göremediğim tek yer "Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi"ydi. Günlerden Pazartesi olduğu için müze kapalıydı. İçimde kaldı...